34 sonuçtan 1-10 arası gösteriliyor
Books
Ayasofya’nın İkonları – Osmanlılar V
Ayasofya’nın İkonları – Osmanlılar V
Edirne’den ayrılışından birkaç gün sonra İstanbul
surları yakınındaki ordu karargâhına gelen Fatih Sultan
Mehmet, her sabah kahvaltıdan sonra ordu karargâh
çadırındaki sefer divanı toplantılarına katılıyor, divan
toplantısı biter bitmez de kır atına binip surların karşısındaki
mevzilere gidiyor, mevzilerdeki nöbetçilerin hal
hatırını sorup onları gayrete getiriyordu. Bir gün Khirasios
Kapısı karşısındaki mevzilerden başlıyorsa, ertesi gün Yıkıkkapı karşısındaki
mevzilerden başlıyordu. Kır atının üzerinde mevziden mevziye yol alırken
de sürekli, “Ya İstanbul beni, ya ben İstanbul’u,” cümlesini tekrarlıyordu.
Murat Tuncel’in o duru, yalın ve zarif anlatımıyla okuyucuya sunduğu
Ayasofya’nın İkonları, işte bu kutsal kuşatmanın zaferinin destansı öyküsüdür.
***
Sultan Mehmed atın yönünü güneye doğru çevirdi. Atlarına yeni binen
Dayı Karaca Bey ve öteki beyler de onun arkasından atlarını sürdüler. Kaleden
atılacak grejuva ateşi ve top güllelerinden korunmak için yer yer tamamlanmamış
toprak sürmeler boyunca bir süre ilerleyip Khirasios Kapısı’nı
da arkada bırakıp Marmara kıyısına vardılar. Kıyıda mevzilerin tamamlanması
için yedek kamacılara ihtiyacın olduğu üzerine konuşurlarken Kaptan-ı
Derya Baltaoğlu Süleyman Bey’in komutasındaki irili ufaklı gemi, tekne
ve mavnaların yavaş yavaş kıyıya yaklaştığını izliyorlardı.(…) Bir süre
yelkenlilerin de Bosboros’a doğru ilerleyişine bakan kafile bu kez atlarının
yönünü kuzeye çevirerek yeni mevzilerin kazılışına baka baka Yıkıkkapı
önlerine, oradan da İğrikapı yaya mevzilerinin biraz gerisinde konuşlandırılmış
büyük topların olduğu yere kadar geldiler. Atından inen Sultan İkinci
Mehmed, Macar Orban Usta’nın yanına gitti. Orban Usta, yine çocuklar gibi
şendi “Vasiliki”yi gösterirken.
***
“Ar imparatorun surlar ve sur içinden başka mülkü kalmamıştır Sultanım.”
***
“Her adımlarını izleyip gecikmeden tedbir almalıyız. Eğer tedbirli davranmazsak
gafil avlanırız. Baksanıza karada da, deryada da gökteki yıldızlar
kadar çoklar
Son Çağma
Halit Ultav bu kez okurlarına, SON ÇAĞMA romanıyla, doğum yeri Terme’den seslenmiş.
Kısa aralarla peş peşe yayınlanan, Bir Kâse Sütlaç, Ruşen Hoca – Bozkurda Göveren Fidan-Eber Gölü ve İhtiyar Avcı,ve Mumusun’dan sonra, insan manzaralarına bir yenisini daha eklemiş. Yazar bu eserinde, gelenek, görenek, kurnazlık ve doğa koşulları wsarmalında yaşam mücadelesi veren yöre insanlarının hayatlarını gerçekçi bir çerçeveye yerleştirip, yer yer yerel ağızı da kullanarak renkli bir anlatımla, edebiyatımıza değerli bir belge sunmuş.
Eski çağlarda Amazonlar’ın yaşam alanı olan Themiskyra’da, günümüzda Terme ilçesinin bereketli topraklarında, sürüp giden yaşamı, o yaşam içinde yer alan insanlar arası ve doğa – insan çelişkilerini anlatan sürükleyici bir roman. Kahramanlarından birisi bilim adamı, diğeri eğitimsiz bir köylü olmasına karşın, çocukluk yıllarında edindikleri kimlikleri öne çıkan aynı yörenin iki insanı arasındaki benzerlikleri ele alırken yerele bağlılığın sosyolojisini de irdelemiş.
Eğitimi ve kimliği ne olursa olsun, yurt sevgisini yitirmemiş olanlar, bu romanda kendi yaşamlarındaki değerler sistemine koşut bölümler bulacaktır.
Doğum Lekesi
Elena Gaçeva-Petrova 2 Ağustos 1956’da Bulgaristan’ın Varna iline bağlı Stado Oryahovo köyünde doğdu. Eli Jut-Petrova takma adıyla yazan yazar daha küçük yaşta sanatın değişik dallarına yatkınlığıyla çevresinin ilgisini çekmişti.
İlk romanı olan Doğum Lekesi 2021 yılında Bulgarista’da yayınlandı. Yazar bu eserinde kader ve yeniden doğuş konularının yanı sıra, aşkın kin ve intikamdan daha güçlü ve kalıcı olduğu görüşünü işlemektedir.
Yenilikçi Öğretmen
Derin yoksullukta doğan köy çocuğunun,
öğrencilik, öğretmenlik ve yöneticilik yılları.
Dalında kokladığım güçlü, sabırlı ve narin çiçeğim
Kış ayında mutfak penceresinde açan kardelenim
Gece gündüz, kar boran, fırtına demedim, yürüdüm
İnsanlık yürüdü, insanlar yürüdü, ben yürüdüm
Muhteşem Gatsby
F. Scott Fitzgerald, Muhteşem Gatsby adlı romanında bize Birinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’nın yeryüzünden ve gökyüzünden görüntülerini anlatıyor. Fakat bu öyle alışılagel¬miş Amerika’yı öven bir anlatı değil. Romanda karakterlerin yaşadığı Doğu Egg (East Egg) ve Batı Egg (West Egg)’de aileden kalma zenginliklere sahip olanlarla, başka yollardan zengin olanların yaşamları iğneli bir dille ve eleştirel bir gözlem gücüyle okuyucuya anlatılmaktadır. Bu iki semtte yaşayanlar çok yakın olmalarına karşın dünyanın öteki yüzlerinde yaşıyorlarmış kadar birbiri¬ne uzaktadırlar. Fakat her iki kesimin ortak olarak gördüğü rüya “Büyük Amerikan rüyası”dır. İşte Fitzgerald bu romanın baş kahramanı sonradan görme zengin Bay Gatsby’nin ironik serzenişleriyle gerçekte o büyük sömürü rüyasının içinin tamamen boş olduğunu vurgulamaktadır.
Amerikan modern edebiyatının en önemli başyapıtlarından biri olarak kabul edilen Muhteşem Gatsby, “kayıp kuşak” diye adlandırılan yazarlar kuşağının ve kendi deyimiyle “Jazz Çağı”nın ilk akla gelen ismi olan F.Scott Fitzgerald’ın da en tanınmış, hemen hemen tüm dünya dillerine çevrilmiş yapıtıdır. Filmi de çok ödüllü olan Muhteşem Gastsby’nin ilk basımı doksan beş yıl önce gerçekleşmişti. Bu yıl Amerika’da kamu malı olarak ilan edilen ve orijinal baskısından Başak Tanyeri’nin titizlikle çevirdiği bu muhteşem yapıtı siz okuyucularımızla buluşturmaktan Elfene Dünya Yayıncılık olarak çok mutluyuz.
***
“Birini eleştirecek olduğunda,” demişti, “dünyadaki herkesin senin sahip olduğun üstünlüklere sahip olmadığını hatırla.”
***
“Bir insana dostluğumuzu o yaşarken göstermeyi öğrenmeliyiz, öldükten sonra değil.”
Matos Kişinin Hayatından Seçilmiş Üç Mayıs Günü – İkinci Gün
Matos Ağaoğlu’nun yaşamı başlı başına bir paradokstur. Onun yaşamının gizlerine girdikçe yeni gizlerini keşfede¬ceksiniz. Daha önce Matos Kişi’nin yaşamındaki Üç Mayıs Günü’nün birinci gününü konu alan romanı okumuş ama Matos Ağaoğlu’nun yaşamındaki girdap içinde girdap yaratan, bizi düşüncelerimizle ve düşündüklerimizle çelişkiye düşü¬ren o paradoksal yaşamının sırlarına erememiştik. Matos Kişinin Yaşamından Üç Mayıs Günü’nün ikinci gününü konu edinen bu ikinci roman da Matos Kişi’nin sırlarıyla dolu. Bilmenizi isteriz ki, Matos Kişi’nin sırlarına ermeden, dünyanın sırlarına hep yabancı kalacaksınız.
Yazar Aynullah Akça romanın sonunda “Matos olayı da birkaç gün haber bültenlerinde ilk sırayı işgal ettikten sonra giderek gündemin alt sıralarına düştü. Ancak hiçbir zaman güncelliğini kaybetmedi.” Diyerek bu sırlı gizlerle dolu yaşam hakkında bir ipucu verse de kitabı okumadan o sırlara varmanın olanağı yok bizce. Çünkü yine yazarın dediğine göre, “…ta ki Büyük Tufan’dan sonra bütün merkezi hükümetlerin, kara kutusu durumundaki gizli servislerin arşivleri birer birer açılıncaya kadar.” Beklememiz gerek.
“…Molla Emmi, İranlı din âlimleri gelecek Mehdi’nin adıyla sanıyla Matos Ağaoğlu olduğunu mu söylediler?”
Molla kısa bir tereddütten sonra;
“Hayır, onların tarifinden Mehdi’nin bizim Matos olabileceğini ben çıkardım. Senin de fikrini aldıktan sonra Tebriz’deki Baş Müctehide Matos’un adını bildi¬reyim dedim.”
Adımlar, Sayarım Merdivenleri
Küçük yaşlarda şiire sevdalanan Osman Adıgüzel, önce şairlere saygılı olmayı, sonrada sözcüklerin dilini okumayı öğrenmiş. Sevdasının ve öğrendiklerinin karışımıyla yazıp
Konstantiniyye’nin Zincirleri – Osmanlılar IV
Yıldırım Bayezid’in ölümünden sonra başlayan fetret dönemi, Timur’un Anadolu’yu terketmesiyle daha da kanlı bir hal alır. Kılıçların kardeş kanıyla yunulduğu o günlerde beylik postuna oturan Süleyman Çelebi, İsa Çelebi ve Musa Çelebi’yi birer birer saf dışı eden Mehmed Çelebi tam beylik postuna oturacağı sırada yıllarca esarette kalan Mustafa Çelebi çıka gelir. Bir yanda nabedid Mustafa ile kavgaya tutuşmak zorunda kalan Mehmed Çelebi, öte yanda da Bizans İmparatoru II.Manuel Palaiologos ve Karamanoğlu’nun türlü hilebazlıklarıyla mücadele etmek zorunda kalır. Konstantiniyye’nin Zincirleri işte bu uzun yolculuğu, İkinci Murad dönemini ve Fatih Sultan Mehmed’in tarih sahnesine çıkışını konu edinmiştir..
Osmanlılar üst başlıklı romanlarıyla tarihi roman anlayışımızda gerçekçi bir çığır açan Murat Tuncel’in duru ve yalın anlatımıyla kaleme aldığı Konstantiniyye’nin Zincirleri sizin de tarihe bakışınızı zenginleştirecektir.
***
“Emine Hatun oğlunun yüzünde kısa bir an bakışlarını gezindirdikten sonra: “Oğul kederlerimizden vazgeçemezsek yaşarken de ölü sayılırız. Bilesin ki, herkes de kendi ölümüne kadar varolur. Geçmişte yaşananları da, olanları da kabullenmek, kaderi ve kederi yenmenin bir başka yoludur. Bugünü yaşayabildiğimiz kadar yaşamak, zamanı gelince de kendi ölümümüzün yasını tutmamız gerek.” Dedi.
***
“Katlanılan zahmet sonucunda hedefe ulaşmak ya da ne elde edeceğini bilmek koşuluyla her zahmet istirahattan daha makbüldür. Ancak başarısızlığa uğradığı zaman her zahmet aynı şekilde üzücü ve can yakıcıdır.” Demokritos.
****
Sultan İkinci Mehmed elçilere işittirecekmiş gibi tiz bir sesle: “Konstantiniyye’nin zincirleri kırılmaz mı sanıyorsunuz!” Diye ünledi.
Bellek Yaralısı
Dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım, hangi toplumun bireyi olursak olalım, yaşadıklarımızın hiçbiri birbirine benzemese de insani duygularımız ve olaylar karşısında vereceğimiz tepkiler aynıdır. İranlı şair Donya Mirzaei de kendi duyarlılığıyla, duygularını dile getirdiği şiirlerinin dizelerine adeta hepimizin ve tüm insanlığın duygularını sığdırmış.
Onun şiir düzeninde; serbest biçemli şiirler, beyitler, maniler, türküler, haukiler âdeta yan yana ve el ele. Şiirler biçim olarak zengin görünümlü oldukları kadar, içeriksel olarak da çok renkliler. Siz de Mirzaei’nin şiirlerini okuduğunuzda bu kadar az sözle, bu kadar çok şey anlatma becerisine şaşıracaksınız.
I
Ben
Aşk ezanıyım!
Yanlış dahi olsa
Oku
Beni!
II
Yarım
Yarım koydu tavafımı
Aşkın gezici Kâbe’si!
Gecenin Sonuna Doğru
Tertemiz elbiseli çocukları yanaklarından öperek okula gönderen anneler vardır şimdi, sıcak ekmek kokusu, buharı tüten çaydanlık, karda açan çiçekler vardır. Filizlenen tohumlar, yarışa hazırlanan taylar, yemlenen civcivler vardır. İçinde açık hava sineması olan eski filmlerde kaytan bıyıklı şık erkeklerin kapısını açtığı fötr şapkalı güzel kadınlar vardır. Dean’ın bir yerlerde çalan şarkıları vardır muhakkak. Dün, bugün ve belki yarın da vardır. Cumbalı evlerin penceresinden gökyüzünü izleyen düşünceli saksılar, tulum peyniri, üzüm rakısı, uçan balonlar vardır.
Üstü açık gezi otobüsleri, yunuslarla yarışan yakışıklı vapurlar, raylarında dinlenen kederli trenler vardır. Aramızda olanlar ve olmayanlar vardır. Lostra salonları, simitçi tezgâhları, seyyar balıkçılar, macuncular vardır. Her şeyi unutarak veya hiçbir şeyi unutmadan yeniden başlamak da vardır.